Erken tanının önemi üzerinde
yeterince durulmaya başlandığı bir dönemdeyiz. Hızlı ve verimli yürütülen bir
özel eğitim ve uygun tedaviler ile toparlanan çocukların önemli bölümünde
otistik belirtiler, otistik tanısını ancak kenarından köşesinden alabilecek
kadar azalabilmekte. Yaygın gelişim bozukluğu-başka türlü adlandırılamayan
(PDD-NOS) ya da Asperger sendromu gibi tanımlar da, otistik spektrum içerisinde
olan, ama klasik (yani, Leo Kanner’ın ilk tanımladığı hastalar kadar “tipik”)
olmayan çocukları ve gençleri kapsamakta… Bazen, “otizm” kavramının utangaç ya
da çekimser bir ifadesi olarak kullanılsalar da, bütün bu sorunların, klasik
otizmle aynı çizgi üzerindeki değişik renkleri temsil edercesine algılandığında
hemfikiriz. Otistik spektrum ya da yelpaze kavramının en önemli getirisi,
toplumun değişik kesimlerindeki kişilerin, kendilerindeki otizmi keşfetmesi
oldu. Otistik “özellikler” ayrı bir insan türüne özel bir durum değil… Herkeste
değişik ölçülerde bulunabilen, ve ancak belli bir yoğunluğa eriştiğinde kişinin
dünya ile etkileşimine ipotek koyan bir “farklılık”. Bir çok psikiyatrik
sorunda olduğu gibi, otizmin de genetik kökenlerinde rol oynayan genlerin sık
rastlanan ve bolca bulunan cinsten oldukları düşünülüyor. Ancak çok sayıda gende
eşzamanlı olarak bir aksaklık olabildiğinde, sendrom bütün ağırlığıyla kişinin
üzerine çöküyor ve klasik otizm tanısını koyduracak çoklukta belirti
görebiliyoruz. Az sayıda genin işlevi bozulduğunda ise, bazen otistik çocukların
akrabalarında görebildiğimiz uzaklık, duyguları ifade etmekte zorlanma,
mükemmeliyetçilik ya da sıkılganlık gibi karakter özelliklerine
rastlayabiliyoruz. Belki de, çok sayıda genimizde aksaklık olsa bile,
hayatımızın ilk yıllarında aile ortamımız yeterince besleyici ise, bu genetik
yükün etkisini hafifletici etkiler sayesinde, genlerimize rağmen otizmimiz
hafifleyebilir. Erkenden müdahelenin belki otizmin işaretlerini beklemeksizin
her anne-babaya öğretilmesi düşünülmeli. Anne-baba-bebek ilişkisindeki
alışverişi arttırmak, genetik risk sıfır olsun, düşük olsun, yüksek olsun, her
kişiyi hem otizmden koruyucu, hem de hayat kalitesini yükseltici etkilere sahip
olabilir. Otistik yelpazenin genişliği ölçüsünde, mücadelenin kapsamını da
genişletmek, otizmin bir grup talihsiz insana özgü bir mesele olmadığının
görülmesini ve klasik olsun, mahçup olsun her türlü otizmin hafifletilmesini
doğurabilir. Bu benim, biyolojik bilgilere dayalı bir toplumsal politika önerim;
tartışması ise herkese düşer. Görüşlerinizi bekliyorum.
Prof. Dr.
Yankı Yazgan
|