Çocuk ve İletişim
Aile içi iletişimin önemi ve gereği her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Anne baba ile çocukları arasındaki iletişim kopukluğu ciddi sorunlardan biridir. Ebeveynlerin çocukları üzerindeki etkilerinin minimuma indiği bir zaman süreci yaşanıyor. Bu süreçte çocuğu etkileyen ve yönlendiren daha farklı mekanizmalar ön plana çıkıyor. Çocuğuyla iletişim kuramayan bir anne babanın çocuğu üzerinde olumlu anlamda pek fazla bir etkisi olmamakta ve aradaki bağlılık da gittikçe azalmaktadır; çünkü iletişim, aile bireylerini birbirine bağlayan ve onları bir arada tutan temel öğedir.
Yaşam koşulları, çocuklar ile ebeveynlerin bir arada bulunma zamanlarını oldukça azaltmıştır. Artık eskisi gibi geniş aileler bulunmamaktadır, daha çok çekirdek aile denilen anne baba ve çocukların yaşadıkları aileler bulunmaktadır. Annenin de çalıştığı düşünülürse, bebek doğumdan 2–3 ay sonra ya bakıcıya ya bir akrabanın yanına ya da kreşe verilir. Akşam anne baba işten argın yorgun eve döndüklerinde bebekle anlamlı ve bilinçli bir iletişim kurmak yerine biraz sevip biraz da zorunlu ihtiyaçlarını giderdikten sonra bebeği uyuturlar. Bu ilişki düzeyi bebeğin büyüme seyrine göre aynılığını sürdürür. Özellikle okula başlayan çocuk, anne babasıyla daha az bir arada bulunmaktadır. Hafta içi okula, hafta sonu ise okul derslerini takviye eden kurslara veya çeşitli sosyal etkinliklerin yapıldığı ortamlara gider ve günün büyük bir bölümünü buralarda geçirir. Evde anne babasıyla beraber geçirmesi gereken zamanı da ya ders çalışarak ya televizyon seyrederek ya da bilgisayar başında chat yaparak geçirir. Anne baba ise ya bağımlı oldukları dizileri seyrederler ya da eve getirdikleri işlerini tamamlamaya çalışırlar. Yemek yeme saatlerinde bile aynı sofranın etrafında toplanmak yerine çoğu zaman ya hamburger, tost, sandviç gibi kolay yiyeceklerle geçiştirilir ya da herkes farklı bir zamanda karnını doyurmaya çalışır. Böylece anne baba ile çocuk arasında anlamlı bir iletişim kurulamamakta ve nitelikli bir birliktelik oluşturulamamaktadır. Anne çocuktan bir şey isteyecekse, odadan odaya sesini duyurmaya çalışır, çocuk da bulunduğu yerde cevap verir. Dolayısıyla anne babanın çocuk üzerindeki etkisi azalmakta, dış çevrenin etkisi artmaktadır.
İletişim salt bilgi alışverişinden ibaret değildir, iletişimin başlamasıyla birlikte ortak ilgiler oluşur; görüşler, düşünceler karşılıklı aktarılırken, duygu ve düşünce paylaşımı ortaya çıkar. Ayrıca iletişim sürecinde birçok unsur devreye girer. Ses tonu, benden duruşu, kişilerin karşılıklı konumları, jest ve mimikler, dinleme iletişimi olumlu ve olumsuz etkileyen başlıca unsurlardır. Algılama düzeyinin aynı olması iletişimi kolaylaştırıp sürdürür; ama farklı algılama düzeyine sahip bireyler birbirlerini anlamakta güçlükler yaşar. Bu prensip sadece kullanılan ifadelerin anlaşılmasını değil, aktarılan duyguların da anlaşılmasını zorunlu kılar. Yani algılama düzeyinde duygudaşlığın varlığı bir çeşit zorunluluktur. Özellikle çocuklar sorunlarını başkalarına aktararak çözüme kavuştururlar. Çocuk kendisini anlamayan birine kendini ifade edemediği için sıkıntılarının paylaşımını gerçekleştiremez.
Çocukların bitmek tükenmek bilmeyen irili ufaklı sorunları vardır. Her gün yeni bir problemle, sıkıntıyla anne babalarının karşısına çıkarlar. Ya kendi duygularıyla ilgili bir çıkmazdadır, ya kardeşiyle kavga etmiştir ya okul arkadaşıyla tartışmıştır ya da dersleriyle başı derttedir. Çocuk yaşadığı sorunu kendine en yakın hissettiği kişiye anlatma gereği duyar. Bu da genellikle anne babadır; çünkü çocukların en etkili psikolojik danışmanları anne babalarıdır. Bu danışma süreci iyi bir iletişimle mümkün olmaktadır. Eğer çocuk yaşamının belli bir noktasında anne babası tarafından anlaşıldığını hissederse ve anne babanın yaklaşım biçimi çocuğun isteklerini karşılayacak düzeyde devam ederse, çocuk başının sıkıştığını hissettiği her durumda anne babasıyla iletişime geçmeyi sürdürecektir. Ama anne baba çocuğu klasik yöntemlerle dinlemeye çalışırsa, çocuk başka çözüm yollarını aramak zorunda kalacak ya da çözümsüz bırakacaktır. Eğer çocuk iyi bir iletişimle sorunlarını halledemezse, onları bilinçaltına atarak ve orada biriktirerek daha sonra ortaya çıkmayı bekleyen ciddi sorunların oluşmasına zemin hazırlayacaktır.
Çocukların sorunlarıyla ilgili ebeveyn yaklaşımları genellikle aynıdır. Kimi baştan savıcı, kimi öğüt verici, kimi suçlayıcı, kim de tehdit edici bir tutum sergiler. Anne babalar bu tutumlarıyla yapıcı davrandıklarını sanırlar. Oysa bu tutumlarından dolayı çocuklarıyla başlaması gereken iletişim başlamadan biter ve aralarındaki ilişki zedelenir; çünkü çocuk o an kendisini suçlayan, yargılayan, korkutan, öğüt veren, yol gösteren birini istemiyor, kendisini sonuna kadar canla dinleyecek ve anlayacak birine gereksinim duyar.
İletişimde en önemli unsur dinleme eylemidir. İletişimde dinlendiğini fark eden çocuk, iletişimi büyük bir heyecanla sürdürür; çünkü dinlenen çocuk önemsendiğini ve kendisine değer verildiğini hisseder. Dolayısıyla diğer bütün ilişkilerinde önemli bir etkiye sahip olan “benlik saygısı”nda artma olur ve kendine güven duyar. Sorununu tahlil etme ve çözme cesaretine kavuşur. Anne babası tarafından dinlenen çocuk, başkalarını dinlemeyi öğrenir ve dolayısıyla sosyal ilişkileri de iyi bir düzeyde olur. Yeterli düzeyde iletişim ortamı oluşturulmamış ailelerde büyüyen çocukların benlik saygıları ve özgüvenleri düşük olur. Özgüveni düşük olan çocuğun okul başarısı düşer ve sosyal ilişkileri yeterlilik düzeyinde gelişme göstermez.
Ebeveynin çocuğuyla olan iletişim süreci daha hamilelikte başlamalıdır. Gebeliğin 5–6. aylarından anne baba belli zamanlarda, özellikle bebeğin hareketli olduğu saatlerde, anne rahmindeki bebeğin duyabileceği yüksek bir ses tonuyla konuşmalıdır. Doğumdan sonra da bebeğin gözlerine bakarak bu konuşmaları devam etmelidir.
Bebek, büyüdükçe algılama düzeyine uygun tepkiler vererek iletişimden hoşlandığını ve iletişimi sürdürmek istediğini belirtir. Çocuk konuşmaya başladıktan sonra sürekli konuşur ve anne babasıyla sohbet etme ihtiyacı hisseder. Çevresini, yaşamı, ilişkileri, kısaca her şeyi merak eder ve öğrenmek için bitmek bilmeyen soruları sorduğu “sorgu çağı” başlar. Bu dönemde anne babaların yaptığı en büyük hata, çocuklara baştan savıcı veya çocuğun algılama düzeyinin üzerinde cevaplar vermektir. Anne babaların bu yanlış yaklaşımı birçok çocuğun öğrenme isteğini bu yaşta köreltir. Bazı çocuklar emin olmak için veya iyice kavramak için aynı soruyu veya cevabını çok iyi bildikleri soruları defalarca sorarlar. Kimi anne babalar, “Bıktım senin bu saçma sorularından,” diyerek çocuğun sorusunu yanıtsız bırakarak çocuğun hevesini kırarlar.
İleriki yaşlarda çocukla olan iletişimi sürdürmenin önemi daha da artmaktadır, özellikle okula başlayan çocuk, okulda yaşadıklarıyla ilgili anne babasıyla konuşma ihtiyacı duyar. Bu dönemde de çocuk sabırla dinlenmeli ve çocuğun konuşmasını sürdürmesi için destekleyici eylemlerde bulunulmalıdır. Okul çağı çocuğu daha çok sorun yaşar ve yaşadığı sorunları anne babasıyla paylaştığında daha kolay üstesinden gelir.
Anne baba çocuğuyla olan iletişimini hiçbir zaman aksatmamalıdır. Ebeveynin çocuğuyla iletişim kuramamasının hiçbir bahanesi olamaz. Yorgunluk, iş yoğunluğu, hafif rahatsızlıklar gibi sebepler bir babanın çocuğuyla 10–15 dakika sohbet etmesine engel olarak kabul edilemez. Mutlu, başarılı, sorunsuz veya daha az sorunlu çocuklar için, iletişime gereken değer verilmelidir. Çocuklar dinlenilmediği ve sıkıntıları paylaşılmadığı sürece problemleri artarak devam eder ve anne baba bu sonuçtan daha çok etkilenir ve rahatsız olur; çünkü anne babayı mutsuz kılan temel etkenlerden biri de çocuklarının mutsuzluğudur.
Günümüzdeki gençlikte baş gösteren sorunlar her geçen gün biraz daha büyümekte ve çözümsüz kalmaktadır. Bu sorunların oluşmasına birçok faktör rol oynar; ancak aile içi iletişim istendik düzeyde gerçekleşirse, bu sorunların oluşma olasılığı da azalır ve daha sağlıklı, mutlu ve başarılı birer birey olarak sosyal yaşamda yerlerini alırlar.
KAYNAK: Çetin ÖZBEY, Çocuk Eğitiminde Yapılan Hatalar, İnkılap Kitapevi, İstanbul, 2007.