Çocuklarda Din Eğitimi

İnsan eğitimi bir sanat olsa gerek. Hele bu bir de her şeyi öğrenmeye muhtaç, boş beyaz bir sayfaya benzeyen ve her şeyi almaya müsait bir varlık olan yavru ise… Çevresindekiler vasıtası ile öğrenmeye çalışan, tutum ve davranışlarını onlardan gördükleri ve duydukları ile şekillendiren bu âciz varlık aslında anne babaya bir emanettir. Allah onu “teklif”ten sorumlu tutacağı yaşa kadar kendini idare etmekten bile âciz tertemiz bir fıtratta yaratmıştır.

        “Çocuk ana baba elinde bir emanettir. Kalbi kıymetli bir cevher gibi temizdir. Mum gibi her şekli alabilir. Bütün yazı ve şekillerden uzaktır. Temiz bir toprak olup, hangi tohum atılırsa büyür. İyilik tohumu ekilirse, din ve dünya saadetine kavuşur.”

       Bir evin en önemli kısmı temeli olduğu gibi, bir çocuğun ruhsal gelişiminde en etkili dönemi ilk yıllarıdır. Kişilik yapısının, alışkanlıklarının, inanç ve değer yargılarının şekillenmeye başladığı bu ruhsal gelişimi döneminde en etkili kişiler anne ve babasıdır.

       Kur’ân babaya ailenin bütün sorumluluğunu yüklerken şöyle buyuruyor;

       “Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun.”

       Bu ayet nazil olduğunda Peygamberimize Sahabeler soruyor,

       “Ya Resulullah! Biz Allah’ın emirlerini yapıp yasakladıklarından sakınarak kendimizi ateşten koruyabiliriz. Ama aile ve çocuklarımızı nasıl koruruz?”

       Hz. Peygamber “Allah’ın size emrettiklerini siz de onlara emredin. Allah’ın size yasakladıklarını siz de onlara yasaklayın” buyurmuşlardır. Buradan anlaşılacağı üzere dinî terbiyede çocuğun sorumluluğu anne ve babaya verilmiştir.

       Çocuk eğitimi ile ilgili Hz. Ali ise şunları söylüyor:

       “Evlâdınızı bulunduğunuz başka bir zaman için talim ve terbiye ediniz. Çünkü onlar sizin zamanınızdan başka bir zaman için halk olunmuştur. Çocuğun terbiyesinde sakın kusur gösterme; zira o senin zamanından başka bir zaman için yaratılmıştır.”

       Çocuğun doğduğu andaki safiyetini muhafaza edecek, güzel ahlâkını ve salih yaşayış istikametini belirleyecek olan aile, onu, dünya ve ahiret saadetini kazandıracak şekilde yetiştirmelidir. Kur’ân ve sünnet çerçevesinde gerçekleşecek olan bu terbiye çocuğun anne babası üzerindeki hakkı olarak değerlendirilmiştir.

       Bu bağlamda Bediüzzaman Said Nursî’nin Emirdağ Lâhikası’ndaki şu ifadesi dikkat çekicidir:

       “Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ı Müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabanî düşer. Bilhassa, peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanîlik verir. O hâlde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi belâ olur. Ahirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur: ‘Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?’”

       Buna göre din eğitimi küçük yaşlarda başlamalıdır. Yine imanî rükünler, İslâmî esaslar tatbik edilerek öğretilmelidir. Bir anlamda anne baba olarak davranış biçimimizle kendi geleceğimizi de belirliyoruz.

       Burada dikkat çekilen nokta yaşanmışlıkların tesiridir. Yani çocuk anne babayı hayatının her devresinde taklit edecektir. Anne babasının namaz kıldığını, dua ettiğini görerek büyüyen bir çocuk bu iklime aşina olacak ve sorumluluk döneminde iman ve İslâm esaslarını yaşama konusunda fazla zorlanmayacaktır.

       Öğrenme şekillerine baktığımızda ise, en etkili yöntemin görerek, duyarak, taklit ederek olduğunu görmekteyiz. Kişilik oluşumunda etkili olan bu yöntem, hayatının devamı için de önemlidir. Bu nedenle, dinî terbiyedeki en sağlıklı ve etkili yol, çocuğun, dinin yaşandığı bir ortamda, hayatını dinin gereklerine göre düzenleyen bir aile ya da çevrede büyümesidir. Kulağına okuna ilk ezan sonrasında çocuğa güzel isim vermek Peygamber terbiyesidir. İlk sözlerinin “Allah” lâfzı olması, “maşaallah,” “Allah ne güzel yaratmış,” “Allahaısmarladık” gibi ifadelerin öğretilmesi dinî motiflerin çocuğun hayatına girmesinde tesirli olacaktır.

       Çocuğa taklit edeceği davranışları sunarken, bunların yapabileceği davranışlar olmasına dikkat edilmelidir. Çünkü çocuğun taklit edebileceği hareketler fizyolojik yapısı ile sınırlıdır. Yapabileceği taklitlerin içinden seçme ve tercihler yapar. Bu tercihe etki eden şey de onun gelişme yolundaki ihtiyaçlarıdır.

       Yapılan araştırmalar neticesinde, çocukluk yıllarındaki kazanımların ve davranışların yetişkinlik dönemindeki insanın kişilik yapısında, alışkanlıklarında, inanç ve değer yargılarında ortaya çıktığını gösteriyor. Hatta bazı ruhsal hastalıkların tedavisinde çocukluk dönemine inilmekte; sonuç alınamadığında ise anne karnındaki yaşantısı dahi incelenmektedir.

       Özetleyecek olursak; çocuklara din eğitimi daha ilk aylarından başlayan bir süreçtir. Bu süreçte en etkili yöntem ise hâl diliyle, yani yaşayarak öğretmektir.

 Fatma Boztaş

 Bizim Aile Dergisi Nisan 2006

IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.